İçimdeki ses uzaklara gitmişti.
Sırf bu yüzden günlerdir masanın başında oturup tek bir kelime bile yazamadım. Karşıma bembeyaz bir kâğıt koyuyor, içine düşecekmişçesine kağıda bakıyordum. Hemen masanın köşesindeki kalemi alıp, "bu sefer becereceğim" şeklinde bir teselliyle kalemi kalemtraşın yuvasına soktum. Sertçe çevirmeye başladığımda çıkan sesler birkaç dalın kırılmasına benziyordu. İçimdeki sesi bir patika yolda arıyor da her bastığım dalı kırıyordum sanki. Gerçi benim dallarım her gün kırılıyordu. Bu sefer tek değişen, kıran, bendim. Hepsini ezip geçecektim. Kalemi o yuvadan kurtarıp bembeyaz bir sayfanın üzerinde dans ettireceğim sırada çalan telefon beni kendime getirdi. Koşar adım koridordan geçtim ve diğer odada koltuğun hemen üzerindeki telefona uzandım.
Annem "Alo, nasılsın?" dedi. İçimdeki ses 430 kilometre uzağa gitmişte tekrar bana geri dönmüş gibi hissettim. Ama bunun doğru olmadığını annem tekrardan konuşunca anladım.
"Aloo, nasılsın?" dedi tekrardan. "Gecenin bu saatinde iyi olmak ne kadar mümkün anne? işte o kadar iyiyim, açıkçası bok gibiyim!" diyemedim tabi. İyi değilim diyen bir ses tonuyla "iyiyim anne, sen nasılsın?" dedim. "iyiyim oğlum, kardeşin bir rüya görmüşte, seni arayayım diye düşündüm" dedi. Rüyayı ne kadar sorsam da anlatmadı.
Telefonu kapatıp odama geri döndüm. İçimdeki sesten bir kaç metre uzaklaşmış ama bir o kadar da yakınlaşmış gibi hissettim. Masaya tekrardan oturdum. Duvarda Dali'nin bir fotoğrafı vardı. Gözleri hangi açıdan bakarsam bakayım hep gözlerimin içine bakardı. Fakat bu sefer onun gözlerine baktığımda benden gittikçe uzaklaşan Müzeyyen'i görüyordum. Kısa saçları git gide uzamış gibiydi. Belki yürürken arkasından bana bakıyordu, bilemiyordum. Bütün bu hengamenin içinde yatağımda uyuyan Müzeyyen'in yatakta çıkarttığı gıcırtıyı duydum. Yarın gidecek olmasının bende yarattığı hissiyatı ölçmüştüm o gıcırtıyla. Duyduğunda tüylerini diken diken eden, dişlerini ısırmana sebep olan gıcırtıydı.
İçimdeki ses beni çağırmış gibi diğer odaya geçtim. Ne zaman içimdeki canavar bana azap çektirmeye başlasa camdan bilmem kaç bin kilometre ötedeki gezegeni izlerdim. Parlaklığından rahatsız olurdu içimdeki canavar. Beni kötüye zorlamaz, usulca çekip giderdi içimden. Bir sigara yaktım bu eşsiz manzara karşısında. Müzeyyen'in telefonundan şarkı çalıyordu bir kaç saat ya da bir kaç yıldır. Sigarayı içerken birden en sevdiğim o müzik çalmaya başladı. Gökyüzüne bakarken birden havalandım, 100 kilometre ötedeki ilçeye gidip Müzeyyen'le bir kaç gün uyudum, ardından farklı bir küçük ilçeye geçip bir şeyler yudumladım, ve yine ardından küçük ama sevimli bir kasabaya gidip Müzeyyen'e kağıt gibi bembeyaz evlerin ne anlama geldiğini anlatmış gibi hissettim. Hala camın kenarında o gezegeni izliyordum ama bir yanım sanki hala o küçük kasabadaki kağıt gibi bembeyaz sayfalarda kalmıştı. İçimdeki sesi orada mı unutmuştum tam kestiremiyordum.
Tekrardan çalan telefon beni uyandırmıştı, ya uykudan uyanmıştım ya da o hayalden uyanmıştım. Annem "Alo, nasılsın?" dedi. İçimdeki ses 430 kilometre uzağa gitmişte tekrar bana geri dönmüş gibi hissettim. Ama bunun doğru olmadığını annem tekrardan konuşunca anladım.
"Alo nasılsın" dedi tekrardan. Cevap vermedim. Kardeşim aldı birden telefonu. "Alo ab, bir rüya gördüm anlatıyım mı? dedi." Anlat abicim" dedim. "Ab şimdi biz bembeyaz bir kağıdın içine düşmüştük. Birisi bir şeyler yazdıkça onun yazdığı her şeyi uyguluyorduk. Ama çok uzun sürmedi. Kağıt yırtıldı ve biz aşağıya düştük. Gökkuşağı renklerini görüyorduk ab. İnan çok güzeldi ve özgürdük" dedi. "Dur bakalım kurtulduk diyorsun ama abicim, gökkuşağındaki renkleri birleştirdiğimiz zaman oluşan renkte beyazdır. Acaba gerçekten kurtulduk mu?" dedim. "Ab ne diyorsun ya ben seni hiç anlamıyorum ki" dedi. "Uyu abicim, sonra konuşuruz" dedim ve telefonu kapattım. Derinlemesine yutkundum. İçimdeki ses işte o yutkunmanın çıkarttığı ses kadar ufaktı. Yutkununca içime gömmüştüm belki de içimdeki sesi. Müzeyyen'e döndüm. "Dali ben rahatsız ediyor, çünkü gerçekleri söylüyor" dedi. "Uyu" dedim. "Gölgesi büyük, kendi küçük kadın" Cevap vermedi. Beni üzecek olmanın verdiği yorgunluğu yaşadığı kapalı gözlerinden bile anlaşılıyordu.
İçimdeki ses uzaklara gitmişti. Bembeyaz sayfa gözümden akan yaşlarla yıpranmış ve bir kalem darbesiyle yırtılmıştı. Sanki onunla birlikte tüm sevdiğim kelimeler yırtılan sayfanın altına doğru uçsuz bucaksız bir yolculuğa çıkmıştı. Bu sefer gerçekten o dalların hepsini ben kırıyordum. Kurgu dünyamda yarattığım her bir dalı ben kırmaya başlamıştım. Ama şuçlu sayılmazdım. Gerçekliğinden şüphe duysam da, bu dünyada bugüne dek benim dallarımı hep kırmışlardı. İçimdeki ses yine uzaklara gitmişti.
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre