Nöbetimin bitmesine bir saat kalmıştı. Müdürümü akşam için evime davet etmiştim. İşimi kaybetmemek adına müdürümle aramın iyi olması gerekiyordu. "İzninizle" dedim. Tabi anlamında kapıyı işaret etti müdürüm. Kapının kolunu çevirip açmamla Cevat'ın yine gürültü yaptığını duymam bir oldu. Her şeye tahammül edebilirdim ama gürültüye asla tahammülüm yoktu. Kapıyı kapattığım gibi hücrelerin bulunduğu kapının kilidini açtım. "Cevat şu çeneni kapat. Her gün türkü söyleyerek gürültü yapıyorsun" dedim. Bana aldırış etmedi. Hücre kapısını açtığım gibi tokatı tam yanağına yerleştirdim.
Mesai bitiminde otobüse atlayıp eve gittim. Büyükannem yine bana kocaman sarıldı. Müdürün geleceğini söyledim ve onunla birlikte mütevazi bir yer sofrası kurduk. Müdür geldiği gibi masaya oturduk ve yemek eşliğinde havadan sudan sohbetler ettik. Müdür büyükanneme "Nermin teyzecim, o boynunuzdaki tülbent çok güzel işlemelere sahip" dedi. Büyükannem teşekkür etti fakat ben tülbenti nazik bir şekilde büyükannemin boynundan çıkartıp diğer odaya götürdüm. Dönüp masaya oturduğumda büyükannem neden götürdüğümü sorarcasına sert bir bakış attı. Gülümseyerek "yemek bulaşmasın diye büyükannecim" dedim. Müdürüm ise bana hak verircesine başını iki defa aşağı yukarı salladı.
Öbür gün tam saatinde nöbete gelmiştim. Masamın üzerinde bir dosya vardı. Açıp baktığımda mahkeme tarafından Cevat'ın on gün sonra idam edileceğine dair belgeler olduğunu gördüm. Şaşırmakla birlikte sevinmiştim. Bir memura seslenip bu dosyanın fotokopisini Cevat'a götürmesini emrettim. Memur tekrar yanıma geldi. "Amirim" dedi. "Cevat sizi görmek istiyormuş" Odamdan çıkıp hücre bölgesine gitmek üzere adım attığım gibi Cevat'ın yine türkü söylediğini duydum. Koşar adım Cevat'ın hücre kapısını açıp suratına üç defa yumruk attım. Ortalık adeta kan havuzuna dönmüştü ve Cevat yere tükürdüğünde ağzından iki tane dişi düşmüştü. "Ulan bir kere de anladığım dilden türkü söyle, allaha şükür 10 gün sonra öbür tarafı boylayacaksın" dedim. Hiçbir cevap vermedi. Müdürüm telsizden yanına gitmemi emrettiği gibi soluksuz bir şekilde kapısının önünde bitiverdim. Kapıyı çalıp girdim. "O gürültü neydi Selim?" diye sordu. "Müdürüm" dedim "yine gürültü yapıyordu, artık sabrım taştı ve dayağın dozunu çok arttırdım." Bir kaç saniye müdür yüzüme baktı ve gülümseyerek "İyi yapmışsın" dedi.
Akşam eve döndüğümde büyükannem bana sarılmadı. Nedenini merak etsem de sormaya çekindim. Bir şeyler atıştırdım. Odama geçtim. Işığı kapatıp, yatağıma uzandım. Büyükannem kapıyı usulca açtıp "Selim bir şey sormak istiyorum." dedi. "Tabi büyükannecim" dedim. "Dün müdür tülbentimi sorduğunda neden hemen çekip öteki odaya attın?" Karanlık olduğu için yüzünü göremesem de sinirli olduğunu sesinden anlamıştım. "Yanlış anlaşılmasını istemedim büyükanne" dedim. Daha fazla sinirlenmiş olmalı ki hiçbir şey demeden kapıyı sertçe çarpıp gitti.
Cevat'ın idam edileceği gün gelmişti. Odamda huzurlu bir şekilde sigaramı tüttürürken memurun kapımı çalıp içeriye girmesiyle huzurum kaçmıştı. "Amirim" dedi "Cevat yine o türküyü söylüyor, ne yapayım?" Sigaramdan derin bir nefes alıp "Boşver" dedim. "Son günü zaten, uğraşmayalım" Akşam saat beş sularında nöbetim bittiği gibi eve gittim. Büyükannem bu sefer bana sarıldı ve "Hoşgeldin Selim" dedi. "Hoşbuldum" diyip içeriye geçtim. Yer sofrası hazırdı. Yemeğimizi yedik ve ben odama çekilip uzandım. Bir kaç saat sonra büyükannem bana seslendi. Yanına gittim. "Az önce bir haber izledim oğlum sizin cezaevindeki bir mahküm idam edilmiş. Çocukcağız müzisyenmiş. Neden idam ettiniz onu?" diye sordu. Durumları ona anlatmam için saatler gerektiği için yalan söylemek durumunda kaldım. "Yanlış duymuşsundur büyükannecim, bizim cezaevinde kimse idam edilmedi" Olur yaşlılık dercesine başını eğdi. Ben tekrar odama döndüm. Telefonum çalıyordu, koşar adım telefona uzandım. Müdürüm arıyordu. "Cevat birazdan idam edilecek Selim. Az önce onun dosyalarını karıştırırken bir fotoğrafına denk geldim. Boynunda aynı babanneninki gibi üç renkli bir tülbent vardı. Bir anlamı var mıdır acaba?" dedi. Biraz tökezlesem de hafife alan bir ses tonuyla "Tesadüf işte müdürüm. Zamanında aynı butikten almışlardır belki de" dedim. "Haklısın" diyip telefonu kapattı.
Artık iyice uyku bastırmıştı ki eve kızım ve eski eşim geldi. Bir sorun çıkmış o yüzden bu gece burada kalmak istemişler. "Tabi ki, buyrun" dedim. Kızım Ecren'le odama geçip biraz sohbet ettik. Ama tabi 7 yaşında olduğu için pek sohbet etmeyi sevmiyordu. Oyun oynamak istiyormuş. İçeriden oyuncaklarını alıp getirmesini söyledim koşar adım koridorun ucundaki odaya gidip oyuncakları alırken türkü söylemeye başladı. Tam duyamıyordum. Oyuncakları alıp koridordan mutfağa dönerken biraz daha algılamıştım söylediği türküyü. Ama hala tam olarak çıkartamıyordum. Ardından yine koşar adım yanıma geldi. Türküyü hala söylüyordu ve bu türkü bana çok tanıdık geliyordu. Biraz sinirlensem de sakin bir ses tonuyla "Nereden öğrendin bakalım bu türküyü?" dedim. "Babacım, kimden öğrenicem büyükannem öğretti, çok güzel değil mi ama hadi sende söyle" dedi. Ve tekrardan türküyü söyleye söyleye odada oyun oynamaya başladı. Sözlerinin ne anlama geldiğini tam bilemesem de o an keyif almıştım. Ardından telefonum titredi. Müdür'den mesaj gelmişti. "Cevat'ın idamı gerçekleşti, idam edilirken bile o türküyü söyledi, iyi ki burada yoktun" yazıyordu mesajda. Hüzünlenmiştim. Ağladığımı kızım fark edince direk gözyaşlarımı sildim. Ecren birden gülmeye başladı. "Baba yoksa sen de büyükannem gibi bu türküyü duyunca hüzünleniyor musun? Ben söylerken hep mutlu oluyorum, ne garip ama dimi?" dedi.
Bu yazıya 1 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre