Metehan sürünerek geçen yorucu bir günden sonra odasına gelmiş, duş bile almadan yatağın üstüne kendisini atmıştı. Çok yorgun düşmüştü ama canı aşırı derecede televizyon izlemek istiyordu. Yastığı sırtının arkasına aldı ve yatağın başlığına dayadı kendini. Kumandanın kırmızı tuşuna bastı. Televizyon tam açılmıştı ki uyuyakaldı.
Garip garip rüyalar görüyordu. Bir sisin içinde koşuyor, düşüyor, kalkıyor sonra bir anda bir futbol maçının ortasında buluyordu kendini. Elinde kırmızı bir kart bütün faul yapan oyunculara istisnasız gösteriyordu. Terden sırılsıklam olmuş vaziyette uyandı. Yerinden doğrulup, kapısı gıcırdayan iki metre karelik banyoya yöneldi. Musluğu açtı. Elini yüzünü yıkadı. Yüzüne suyu çarptığında sabahtan kalan tozun ve toprağın hala üzerinde olduğunu anladı. Duşa girdi. Temizlendi.
Sabahın geç olmasını dua ederek yatağına girdi tekrar. Bu sefer de uykusu gelmiyordu. Cemil'in akşamüstü eline tutuşturup müsait bir zamanda okumasını istediği notlar geldi aklına. Kargo cepli pantolonuna uzandı ve yan cebinden çıkarttı kâğıtları. Çeşitli hesaplamalarla doluydu. Yarda nasıl metre cinsine çevrilir, uzaklık nasıl ölçülür, atış milyenleri nasıl yapılır, rüzgârın hızı ve yönü nasıl tayin edilir gibi bir dünya bilgi vardı. Elinde tuttuğu kâğıtlarda yazanların yapacağı işin bel kemiği olduğunu anlamıştı. Özenli bir şekilde okumaya, okurken de anlamaya çalışmaya çabalıyordu.
Kâğıtlar elinde sızıp kalmıştı. Her yere yanında götürdüğü kırmızı çalar saatinin sesi ile kalktı. Üstünü giyinmeye başlamıştı ki Cemil kapıyı sertçe vurmaya başladı. Bir şeyler olduğundan emin olarak kapıya doğru hızlıca gitti. Kapıyı açtığında Cemil’in de yeni giyinmekte olduğunu gördü.
“Hayırdır ağabey?”
“Çok sallanma, bugün araziye çıkıyoruz, bir saate yağmur başlayacak, hemen acele et.”
Sanki kalır günlerde araziyi aratıyordu eğitim. Hatta arazi daha rahattı. En azından her şey olağan gelişiyordu. Binlerce düşünce ve küfür arasında kendisini botunu bağlarken buldu. Çantasını sırtlanıp aşağı indi.
Cemil yine nöbet kulübesinin yanında dikilmiş onu bekliyordu. Seslendi. Cemil aldırış etmeden onları bekleyen askeri araca doğru yürümeye başladı. Metehan durumun ciddiyetini daha da kavradı. Cemil'e yetişmeye çalışıyordu. Unimog’un yanına geldiklerinde Cemil içinde 12 asker bulunan kasaya binmek için hamle yaptı. Metehan önce çantasını attı kasadan içeri sonra da kendisini. Kimse konuşmuyordu. Cemile dönerek;
“Ağabey nereye gidiyoruz? Ne yapacağız?”
“Bu çocuklar intikale gidiyor. Geçen ay bu timin keskin nişancısı vuruldu. Dar bir boğaz var. Tim oradan geçerken koruma sağlayacağız. Hem sen de koruma ateşi nasıl tatbik edilir canlı öğrenmiş olacaksın. Normalde polis böyle görevlere gitmez ama bunu ayarlamak için sabaha kadar dil döktüm. Kıymetini bil!” dedi.
Adam eziyet edebilmek için başkalarına yalvarıyordu resmen. Arkasına yaslandı Metehan.
Yaklaşık yarım saat sonra boğaz önüne gelinmişti. Aracın ön tarafından bir üst çavuş Cemil’in yanına gelerek kendilerinin yarım saat burada bekleyeceğini, onların pozisyon alabilmesi için en fazla bu kadar süre ayırabileceğini söyledi.
Cemil başıyla onaylayıp olanca çevikliği ile kasadan aşağı atladı. Ayakları yere değmiş tam toplanacakken Metehan’ın fırlattığı çanta yanına düştü peşinden de Metehan’ın topuklarını havada gördü. En az kendisi kadar çevik olduğunu biliyordu ama yinede doğru bir tercih yaptığı için sevinmişti Cemil.
Yürümeye başladılar. Cemil, hâkim bir yerde iki kaya arası buldu kendine. Silahını çıkarttı bütün hazırlıklarını çabucak yapmaya başladı. Metehan’a dönüp;
“Beni burada sen koruyacaksın. Bana çok yakın durma, benden de uzaklaşma. Üç yüz altmış derece güvenliği sen sağlayacaksın.” dedi.
Metehan piyade tüfeği elinde, sırtı kayaya yaslanmış vaziyette etrafı gözetliyor arada Cemil'in atış istikametine de bakmayı ihmal etmiyordu. Yağmur da hafiften başlamış ve giderek şiddetleniyordu. Cemil elindeki telsizle hazır olduklarını bildirdi. Metehan’ın hareketlerini de takip ediyordu. Metehan’a dönmeden;
“Üç yüz altmış derece korumayı nerede öğrendin?” diye sordu.
Metehan’ın cevabı Cemil'i şaşırtacaktı.
“Dün verdiğin kâğıtlarda yazıyordu. Bir de domuz avında babamın arkasını beklerim ben. Bizimkiler ‘göt kollama’ der buna.
Öğreniyordu. Her şeyden, herkesten daha hızlı öğreniyordu. Bu dağlar ona miras kalacaktı.
Cemil gözü dürbünde timin geçişini izliyordu. Timdeki son adam da boğazdan güvenle geçince rahatladı. En güzel görev tek bir kurşun bile sıkmadan biten görevdi.
Bu yazıya 2 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre