Düşünmeliydi, bilmeliydi elbet farklı olduğunu, nasıl göründüğü hiç önemli değildi onun için, sadece yaşamı seçmişti hayatında, sadece bir tutam deniz havasını solumak için feda etmişti bütün bir geçmişini. Ufuklara bakarken ardındaki silüetlerden sadece biri dikkatini çekmişti: Çocukluğu...
Sarı bukleli saçlarını annesi her gün arkadan usulca tarayıp örerdi her iki yandan. Etekleri pileli bir elbisesi vardı üzerinde. Annesi ona pazardan ince tabanlı bir ayakkabı almıştı. Taşlı yollara basıp gitmesin diye. Çünkü o sadece koşardı olabildiğince. Annesi ona bunu söylemişti ne zaman yolda birisini görse. Bakmazdı ardına. En çok da denizi severdi mesela. Su onun hiç bilmediği özgürlüğüydü. Büyüktü ve yenilmezdi. Onun gibi olmak isterdi. Gözyaşlarıyla beslerdi denizi. O her ağladığında durgun denizdeki dalgalar coşardı birden. Küçük kız, o dalgaların, akıttığı gözyaşlarının mendili olduğunu bilirdi. Ne zaman güneşi görse onu izlemeye koyulurdu. Gözbebekleri güneşe baktıkça küçülüverirdi. Ama o ısrarla ona bakardı. Çünkü güneş onun hiç bilmediği yorganı olurdu. Bilirdi küçük kız, güneş onu sarıp sarmalayan küçük battaniyesi olurdu. Ne zaman yere iki damla yağmur damlasının düştüğünü görse korkmaya başlardı. Çünkü yağmur ona, yüzünü bile anımsamadığı babasını hatırlatırdı. Ne zaman küçük evinin penceresinden gök görültüsünü duysa korkardı. Canını acıtırdı küçük kızın, bu yüzden en büyük korkusuydu o, en duymak istemeyeceği şeydi. Hemen koşup evin kapısına gider, ayakkabılarını giyip sahile doğru koşar adımlarla karanlıkta yol alırdı. Çünkü denizin gözündeki yaşlarını sileceğini bilirdi. Ağladığını annesinin görmesini istemezdi. Annesi ne zaman o buğulu sesi duysa, kendini hemen odadan atıverirdi. Engel olamazdı hıçkırklarının çıkardığı çaresizliği engellemeye. Bu yüzden karanlıktan bile korkmamayı öğrenmişti küçük kız. Oturduğu yerden kalkarak iki küçük adımının üzerinden yürümeye başlamıştı.Küçük geliyordu adımları bu dünyaya. Kayboluyordu onun içinde, yitiriyordu bastığı toprağı. Çok küçüktü o aslında ama büyüktü dünya, kocamandı. her şeyi taşıyordu içinde: her nefreti her bilinmezliği. Annesinin ona hep anlattığı masallara benzetirdi kendisini. Dünya bir aslandı. Hırçındı, asiydi, içinde hiç bitmeyen öfkesi, arzusu vardı. Güçlüydü dünya, korkusuzdu aslında. Küçük kız kendini ise yavru bir ceylana benzetirdi. Masumdu, utangaçtı onun gibi. Ama içinde hiç bitmeyen bir umudu vardı. Yaşadığı her güne, bastığı her toprağa karşı savaşırdı. Cesurdu yavru ceylan. Koşuyordu sonu gelmeyen dünyasında. Her yanı tehlikelerle çevriydi ama o yine de cesurdu. Küçük kız da koşuyordu yavru ceylan gibi. Her şeyden olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyordu. Birden bir sokağa girdi. Orada bir dükkanın önündeki televizyonu izlemeye koyuldu. Çok hoşuna gitmişti küçük kızın bakakaldığı şey. Yolda dikildiği sırada bir hışımla dengesini kaybetti ve kaldırıma düşüverdi.
Adam küçük kıza çarptığını umursamayarak yolda yürümeye devam etti. Kendine geldiğinde küçük pileli elbisesinin bir parçası yırtılmıştı. Ayrıca bacağını taşlı kaldırıma vurduğu için elbisesine kan bulaşmıştı. Hiç üzülmemişti oysa elbisesinin yırtıldığına. Annesine bunu söylemeyecekti. Çünkü annesi bu elbiseyi almak için çok uğraş vermişti. Ona, onun yırtıldığını göstermek istemeyecek kadar mahçup bir yüreği vardı taşıdığı küçük bedeninin içinde.
Küçük kız sokakta hemen bir terzi aramaya koyuldu. Bayağı yürüdükten sonra eski bir dükkana girdi. Yaşlı bir adamın, elindeki aletlerle bir şeyler yaptığını görünce seslenerek: ''Amca bakabilir misin acaba?'' dedi. Adam: '' Efendim küçük kız, ne istiyorsun? '' diyerek karşılık verdi. Küçük kız elbisesini göstererek ''Elbisem yırtıldı, bana yardım edebilir misin?'' diyerek yanıtladı yaşlı amcanın sorusunu. Adam bu durum karşısında şaşırarak oturduğu yerden kalkıp küçük kızın yanında geldi. '' Niye ki annene, niye söylemiyorsun? diyerek şaşkınlıkla küçük kıza dikkat kesildi. Kız:'' Bana yardım edecek misin? '' diyerek adamın sorusunu geçiştirdi. Adam, küçük kızı bir yere oturtup içerden ıslak havlu getirdi. Havlu ile bacağındaki yarayı ve elbisesindeki kan lekesini temizledi. Ardından elbiseyi dikmeye koyuldu. İşi bittiğinde küçük kız çok mutlu olup yaşlı amcanın yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Ayağa kalkarak '' Çok teşekkür ederim amca; ama benim sana verebilecek bir param yok sana sadece içten bir gülümseme hediye edebilirim. '' dediğinde yaşlı adamın buğulu bakan gözleri yaşlarla dolmuştu. Adam ses tonunu düzelterek '' O zaman bu da benim sana hediyem olsun '' dediğinde küçük kız aldığı bu haberle mutlu bir şekilde dükkandan ayrıldı. Birden havanın karardığını gördüğünde yüzündeki tebessüm yerini içten bir gülümsemeye bıraktı. Çünkü havanın kararmasının onun için anlamı çok başkaydı. Alt etmişti dünyayı küçük kız, bugün de onu yenmişti. Dünya'nın homurtusuydu onun için havanın kararması. Koşar adımlarla evin yolunu tuttu. Bugün de pes etmemişti yaşadığı her şeye rağmen. Yine, her gün olduğu gibi...
Bu yazıya 4 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre