Labirent

Durmuyordu zaman. Geçtiğim yollar ardında düşüyordu yapraklar. Durduğum bu yer, soluduğum bu hava şimdi bir o kadar yabancıydı bana. Duyduğum bu karmaşıklığın ardındaydı aslı ben olan yalnız gölgem. Düşen damlalar kuruyan göz pınarlarımı ıslatıyordu. Tenime değdiği her an canımı her seferinden daha fazla yakıyordu. Saydamlığı ardında daha da buğulanıyordu gördüğüm her kesit. Git gide daha da kararıyordu. Ayakta durduğumdan bile artık emin değildim. Hiçbir uzvumu hissetmiyordum. Sadece duyduğum bana çok da yabancı gelmeyen bir hıçkırık sesinden ibaretti. Düşen damlaların kurbanı olan gözlerimde soluk gökyüzünün yansıması vardı. Nasıl olduğumu bilmiyordum. Hayatta mıydım? Kaskatı bedenimde onun ağırlığını hissediyordum. Dokunduğu her hücrem içimde ayrı bir kıyıma yol açıyordu. Rüzgar gölgesi ardında yalnız bir ruhu temsil ediyordu. Aslı ben olan ruhumla dalgaların arasında buğulu bir sisin ardında onu bekliyordum. Neydi beni her şeye bu kadar yabancılaştıran? Neydi düşlerimin ellerimden kaybolmasına izin veren şey? Ruh dünyamda git gide daha da kayboluyorum. Bastığım her adımda geçtiğim yollar siliniyordu adeta karanlığın ardında. Ben ise sadece yürüyordum, kendi karmaşıklığımın ardında...