Çaresiz bir adam ve yanında dokuz kişi...
O dokuz kişinin ellerinde geleceği yansıtan eşyalar ve gözlerinin ardında bolca hüzün vardı. Çaresiz adamın hiç aklına bile gelmemişti onca hüzün. Yine aynı çaresizlikle yürüyordu yolları. Arkasında bıraktığı kişilerin değerini sonra anlayacağını bilmiyordu bile. Bir şelale hızıyla gittiler dostluklarının son durağına. Efendim hiç dostluğun son durağı olur mu? Oluyormuş efendi, her şeyin bir son durağı oluyormuş. Son sarılmalar, son bellere dokunan eller, çaresiz bakışlar... Hepsi bir anda yaşanıyordu Anadolu’nun çaresiz göbeğinde. Eller üşünüyordu, kimsenin havadan haberi yoktu. Hepsinin kanlarında bir titreme vardı. İçlerinde donan bir şey vardı. Çaresizlikti bu! Lakin kimse aldırış etmiyordu o kelimeye. Kimse duymak istemiyordu: 'Gitmek!'
Çaresiz adam otobüse bindiğinde, dostluğun son durağından ağır ağır ilerlerken arkasında kederli eller el sallıyordu. Dudaklarından dökülen kelimeler bir kalbi paramparça ediyordu: ''Geri gel, bekletme bizi, özlemekten hoşnut olmayız!''
Çaresiz adam karamsarlığa kapılmadan yeni yollara, uzak diyarlara alışmanın heyecanını taşıyordu hücrelerinde.
Yollar uzuyordu. Geçmiş geçmişte kalıyordu. Tüm dostluklar kilometrelerin arasında aheste aheste kayboluyordu. Çaresiz adamın gözyaşları hafiften kendisini belli ediyordu. Oturduğu on üç numaralı koltuğun yeni bir dünyaya açıldığını hiç anlamamıştı. Gözlerini kederden ve hüzünden başka hiçbir şey sarmıyordu. Ne uyku vardı aklında ne de yorgunlukları atacak bir çare. Gözlerinden ağır ağır akan geçmiş, onu geçmişe sürüklüyordu iyice. Geçmişlerin içinde kayboluyordu yollar Anadolu’dan uzaklaştıkça. Herkes, her an gözlerinin önünden film gibi geçiyordu. Suskunluğunu bozarak titredi dudakları: ''Neler yaşamışız be!'' En sona kardeşini bıraktı. Allah'ın ona verdiği erkek kardeşini. Adı dört harfliydi. O kocaman adamı dört tane harfe sığdırmışlardı: ''M E T E''
Acaba gitmemeli miyim diye düşündü. Fakat çaresizliği büsbütün oturmuştu üstüne. Çaresizlikler onu uzun yollara sevk ediyordu.
Otobüs molalara giriyordu sık sık. Her bir yolcuya son kez unutulması gereken geçmişi hatırlatıyorlardı. Ege'nin soğuk gecelerinde, yalnızca!
Çaresiz adam ard ardına yakıyordu tüm ebeveynlerin yasaklattığı mereti. Tüm sustuğu kelimeleri bir merete anlatıyordu çaresizce.
Neden gidiyorum, nasıl bu hale düştüm? Ya o canımdan çok sevdiğim insanlar neden beni çaresizlikle baş başa bırakıyorlardı? Çok sevdiğimden mi sıkılmışlardı? Yoksa aşırı sevgi onların midesini mi bulandırmıştı?
Çaresiz adam yeni bir hayata sürükleyen on üç numaralı koltuğa oturdu. Ceplerinde taşıdığı temiz bir kağıda hissettiklerini tüm cümlelerle yavaşça karaladı.
Uzun bir yoldayım artık. Çaresizlik bedenimi kapladı. Bu çıkmazlardan ne zaman çıkacağım aydınlıklara? -Bir an o kadın geldi aklına, çaresizliğe iten başrol oyuncusu- Düşünceler durgun, kelimeler tedirgin... Kayboluyorum kendi içimde son durağa yaklaşırken. Acaba onca şeye rağmen sende 'oralarda, bir yerlerde özlüyor musun bizi?' Neden, neden böyle yaptın? Beni istediğin yere koy dediğimde; çaresizliğin tepesine neden koydun? Oysa ben kalbinin bir köşesinde yer almak isterdim! Biliyor musun kadın, sana şayet hakkım varsa hakkım sonuna kadar helal olsun. Lakin benden affolmayı bekleme. Benden ölümü iste fakat affetmemi isteme! Seni hayatım boyunca affetmeyeceğim. Hayata son kelimelerim 'Seni hala affetmiyorum!' olacak. Asla benim yaşadıklarımı yaşama. Birini sevipte çaresiz kalma. Tamam, çaresiz kalabilirsin fakat birinin elinde olmasın bu, sen birini sevme. Gözlerin benden başkasına bana baktığın gibi bakmasın, dayanamam!
Çaresiz adam karaladığı kağıtı cebine koydu ve gözlerinden akan geçmişle beraber gözlerini kapattı.
Gözlerini açtığında bir devlet yurdundaydı. Yaşıtları meraklı gözlerle onu süzüyordu ve devamlı bitmek bilmeyen sorularla çaresiz adamı geçmişe sürüklüyorlardı. Soruların bir çoğunu boş bıraktı. En çokta 'neden geldin?' gibi sorulara. Adı sert disiplin olan acımasız hayat şartlarına yavaş yavaş ayak uyduruyordu. Sanki yeniden doğmuştu. Gözlerinin gördüğü her şeyi beyni tanımlayamıyordu.
Bir akşam çaresizliğine ve arkasında bıraktıklarına kapanıp yalnız ve karanlık bir odaya geçti. Pencereden gelen ay ışığı eşliğinde temiz bir kağıda göz yaşlarını akıttı.
Anlaşılması zor gözler, görünen soluk yüzler ve ürküten kelimeler. İnsanlar güven vermiyor yüreğime. Beni yalnızlığa itiyorlar. Bu kadar memnunken bu halden yine de bu kadar yalnızlık midemi bulandırıyor. Bana garip garip bakan insanlara şunu demek istiyorum: ''Siz bakmayın ne olur güldüğüme, canım çok acıyor!'' Geçmişe dönüyorum. Evet, dostlarım sizlere yöneliyorum. Benden size bir kaç cümle: ''Yokluğunuza bir gün bile alışılamıyormuş. Hoş, pekte alışmak istemiyorum yokluğunuza. Gülüşlerinizi, tepkilerinizi unutmak istemiyorum. Ben uzak diyarlardan sizinle yaşamak istiyorum. Sizinle yaşamak istiyorum. Sizi çok seviyorum, çok özledim!
Gözlerinden akan hüznü silerek, kimselere belli etmeden yatağına uzandı. İçi bir an sımsıcacık oldu. Yüreğini bir sıcaklık kapladı. Etrafına baktı ve beyni ona şunları söyledi: ''Merak etme yalnız değilsin, arkanda bir orduyla geldin buralara. Onların kalbi seninle beraber atıyor, sen yalnız değilsin!'' Çaresiz adamın günlerce üşüdüğü yüreği zaman geçtikçe ısınıyordu. Bir an unuttuğu bir şey geldi aklına. Aslında hiç unutmazdı o kadını. Kağıttan boş kalan bir yere yazdı hislerini.
''Kaderde seni unutmakta varmış, kaderde senden uzak diyarlara gitmekte varmış. Hayatta olmadığım kadar huzurluyum burada. Mesela; ''seni aklımdan atmak ne güzel şey değil mi?''
Yüreği sıcacık olan çaresiz adam yorganı üzerine örterek yarını düşleyip gözlerini kapattı...
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre