Eski Alimler ve Günümüz Cehaleti...

Geçen bir büyüğüm özetle şunları söylemişti:"Günümüzde âlim kalmadığı için, insanlar 'bilgili' sıfatı alan kişileri gerçekten de bilgili sanıyor... Bilmiyorlar ki şimdilerde el pençe divan durdukları profesörlerin, doçentlerin bir kısmının elinden defteri kitabı alsan, neyi bilip bilmedikleri ortaya çıkacak... Ve yine bilmiyorlar; şimdilerde laf ettikleri kişilerin ne denli bilgili olduklarını...

Eskiden 'âlim' sıfatını almak için kat edilmesi gereken çok mesafe vardı. Din âlimi olabilmek için 8 yüksek din bilgisine hâkim olmak gerekiyordu. Hâkim olmak derken, bugün öyle hocaların kitaba bakarak ders anlattığı şekilde değil... Herhangi bir kaynağa bakmadan, din ile ilgili sorulan tüm sorulara direkt olarak cevap verebilecek şekilde hâkim olmaktan bahsediyorum... Yani tüm incelikleriyle... Ayrıca fen ilimlerine de hâkim olmak gerekiyordu. Tüm bu aşamalardan sonra ancak 'âlim' sıfatı alınıyordu ki zaten âlimler de onlarca kitabı ezbere biliyorlardı. Yani öyle "çalışıp sınava gireyim, sonra öğrendiklerimi unutsam da problem olmaz" şeklinde bir düşünce sistemi, yeterli değildi önceleri... Ezberlenen bilgiler de sürekli tekrar edilerek unutulmaması sağlanıyordu. "Hele bi'  doçent olayım da gerisi zaten kolay" diye düşünerek hiç olmuyordu yani..."

Şimdilerde ise ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitede dahi aynı konuları görüyoruz. Benim gibi bi' baltaya sap olamayanlardan tutun da, ciddi anlamda zekâ sahibi insanlar dahi yıllarca aynı eğitime tâbi tutuluyor. Okuduğum bölüm matematik. Benimle beraber yüzlerce insan aynı üniversitede, aynı bölümde, aynı eğitimi alıyor... Bu öğrencilerin çok büyük bir kısmı mezun olduktan sonra akademik kariyer yapmayacak. Bankacı, şucu, bucu olacaklar... İleriki yıllarda hiçbir işlerine yaramayacak bilgileri öğrenmeye çalışmaları bir yana, matematik alanında ihtisas yapmaya teşvik edecek çok sayıda öğretim görevlisi bulunmaması hususu da söz konusu. Tabii ki bazı hocaları bu zümrenin dışında tutmak zorundayım. Çünkü öğrencilerin kendilerini geliştirmelerini ve matematiği sevmelerini isteyen hocaların varlığını da bizzat gördüm...

bilgi"İyi hoş da bunları niye anlattın bize kardeşim?" diyebilirsiniz... Bir kavramı, başkasıyla kıyaslamak için, onun benzeri ya da aksinin bulunması şarttır. Nasıl ki kötülük olmadan iyiliğin, açlık olmadan tokluğun, fakirlik olmadan paranın kıymeti bilinmiyorsa, âlim olmadan da bilgili adamın kıymeti anlaşılmaz...

Bir hikaye vardır bilirsiniz... Birkaç adama filin organlarını tutturmuşlar gözleri kapalı iken... Hepsi de tuttuğu şeyin farklı bir kavram olduğunu düşünmüş. İşte bizim, ülke olarak içinde bulunduğumuz durum da biraz böyle... Hepimizin gözü bağlı, elimizde bir organ... Herkes tuttuğu şeyin kendi söylediği kavram olduğunu iddia ediyor ama kimse gerçeği göremiyor.

Kıymet bilmek de aynı şekilde... Sahip olduklarımızın kıymetini ya kaybettikten, ya da daha kötüsünü gördükten sonra anlarız genelde. Yani kıyaslayacak bir emsal olmadıkça cahili bilge, sevgiyi nefret, iyiyi kötü, doğruyu yalan olarak düşünme ihtimalimiz kuvvetle muhtemel.

Siz siz olun, sahip olduklarınızın kıymetini, daha kötüsünü görmeden önce anlayın. İş işten geçtikten sonra anlamanın bir önemi kalmıyor çünkü...

Ve yine siz siz olun, iyi bildiklerinizin kötü, yanlış bildiklerinizin doğru, cahil bildiklerinizin de alim olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Kesin hüküm vermeden önce birkaç kere düşünün. Ağzınızdan, elinizden çıkana dikkat edin. Bugünlerde ağzımıza sakız ettiğimiz 'empati'den kendinize pay çıkarın ve:"Bana yapılsa ne hissederdim?", "Ben olsam ne yapardım?" gibi sorularla yaşamayı öğrenin...