Diziler :
Şu anda her kesime hitap eden bir çok DİZİ var. Bir şekilde müşterisini
buluyor. Bu arada rekabet vb. sebeplerle belli bir KALİTE de var. Kalite
dediysem, her yönüyle değil. Mesela; Muhteşem Yüzyıl dizisinde, estetik,
sürükleyicilik vb. açıdan iyi olabilir. Ama tarihi gerçekler açısından,
yaşamış ve şahidleri olan bir padişah açısından, O'nun şahsında imparatorluk
olmuş 600 yıllık bir devlet açısından İÇERİK ve imaj olarak "tasvip
edilemeyecek / edemeyeceğim durumlar var. Açıkçası fragmanlarını ve
misafirlikte rastladığım sırada zaplama sırasındaki oynayan kısımlarını
izledim. Yani, bizzat izlemedim. Çünkü ilk reklam AFİŞİNDE bile padişah
eşinin göğüsleri olabildiğince dışarıda idi. Ben bu afişten - perşembenin
gelişi çarşambadan belli olur sözündeki gibi - bu dizinin nelere gebe
olabileceğini tahmin ettim, zorda değildi. Allah aşkına hangi Osmanlı Padişahı
eşini BU ŞEKİLDE giyindirmiş? Saray içinde bile olsa, bu şekilde
giyindirilip, hangi padişah zamanında "diğer insanlara / erkeklere"
gösterilmiş?
Reyting, kapitalist bir ruhla para kazanma hırsı ve bununla beraber
TARİHİMİZİ kötülemek midir amaç? Bu dizi, bir padişahtan, bir dönemden
bahsediyor. Eleştirim bundan. Yoksa bir roman uyarlaması olsa bu kadar
eleştiriye konu olmayabilir. Nihayetinde" hayali" bir şeyden
uyarlanmış, deriz.
Diziler, her açıdan çok iyi bile olsa, "seneleri aşacak kadar"
UZAYARAK ciddi bir zaman kaybına sebep oluyor. Malum aradaki tekrarlar,
REKLAMLAR derken 20.00 de başlanan bir diziden 22.30 hatta 23.00 gibi
başından kalkılabilmektedir.
Geçen zamana mı yanalım? Aile içi iletişimin zayıflamasına mı yanalım?
Akrabalık, komşuluk ilişkilerinin zayıfladığına mı yanalım? İnsanların
kendini yetiştirememesine mi yanalım? Okumamamıza mı yanalım? İletişim dedik
de hani ev telefonlarında "akşam 7 den sabah 7 kadar" adlı bir
kampanya var ya ev telefonu kullanan tanıdıkların bile, BEDAVA olduğu halde,
bunu pek değerlendirdiklerini görmüyorum. Tahminim, o malum dizilerin yoğunluğu
sebebiyle...
Programlar :
Özellikle şov vb. programların hem kendisinin / sunanların / hatta
kanallarının DEJENERE olduğunu hem de içerik olarak da gayet dejenere bir
içerik olduğunu düşünüyorum. Örnek: Fazla Mesai. Bir bölümünü bilgisayara
indirerek izledim/inceledim. Saat 23.00 gibi başlıyor bu
program. Söylemek istediğimi / eleştirdiğimi daha net anlatmak için işte “geçen
SÖZLER” :
“22.30 da dışarda sigara arayan adam, bilardo salonuna giriyor, güzel garson KIZLA muhabbet (!) ediyor. (!).04.40 e kadar… “UZUN MUHABBET(!)”
“14 yaşında “cinselliğe başlamış” insanlar var burada (seyircilere hitaben)”…
Orada 2 bayan konuk da vardı. Tabiki onlara göre “sakınca” yok. Seyirciler zaten hesap da
yok. Ve ESPİRİ diyerek sadece “birkaç saniye gülüp geçiliyor bu sözlere”...
ATV den tanınan HAKAN BEY adlı programda da futbolculuğundan daha çok BAŞKA
şeyler ile ünlü olan Paskal Nouma konuktu. Yanında pek mini etekli bir bayan
vardı. Bi sarmaş dolaşlıklar... Hani dışarda sanki hiç birbirini görmemişler.
Reytingi alırsa kanal ve programı yapanlar alacak. Biz ne alacağız acaba?
Konu Çerçevesinde Bazı Arkadaşlarımın Tepkileri:
H.A.:
Bazı şeyleri insanlara zorla dayattığınızda güçlü bir direniş ile
karşılaşırsınız ama bu unsurların normal olduklarını kademeli olarak o
kitleye yerleştirdiğinizde biraz geç de olsa başarılı bir sonuca
ulaşırsınız.....bence toplumumuz üzerinde böyle bir proje söz konusu.....
yetişkinler çok güzel uyutuluyor......geleceğimiz olan çocuklarımız da
istenildiği gibi yönlendiriliyor..... çocuklara yönelik dizilerde oyunculuk
yapan ilköğretim çağındaki çocuklar dizide birbirine "aşkım,hayatım
vb." hitaplarda bulunarak ,yine aynı dizilerde yetişme çağında olan
çocuklar anne ve babaları ile birlikte yaşamayıp, ayrı bir ev tutarak ve
üstelik kız arkadaşlarıyla kalarak bu unsurların NORMAL şeyler olduğuna dair
yanlış bir vurgulama ile yeni bir nesil yetiştiriyoruz......
H.S.: Gelelim Türk
dizilerinin haline... Daha bu akşam yine konuşma konularımız arasındaydı.. On
yedi yaşındaki büyük yeğenim (galiba Lale Devri isimli) bir dizi hayranı(ydı)
Hatta facebook funları filan kurmuşlar. Onbeş-otuzbeş yaş arası bir izleyici
kitlesine sahip. Bana anlattığı kadarıyla filmin AŞK diye sunduğu gayri
ahlaki (enişte-baldız)durumlar mevcutmuş. Filmin senaristlerine sürekli
e-posta atıyorlarmış. Sanal alemde bu aşkı “destekleyenler” ve bu aşkın “aşk
olmadığını ahlaksızlık olduğunu” savunanlar ciddi kapışma içindeymişler.
Hatta kurdukların fan külübün yaşı büyük üyelerinden birisinin yazmış olduğu
şikayet mektubu gazete yazarlarından birinin köşe yazısından olduğu gibi
yayınlanmış bu AHLAKSIZLIĞA bir son verin artık ana fikri ile...
Benim çocukluk yıllarımda DALLAS dizisi vardı. Dindar kesim şiddetle bu
diziye karşı idi.. Rahmetli Timurtaş hocayı hatırlıyorum mesela.. İlk gençlik
yıllarımda ise Yalan Rüzgârları ve Hayat Ağacı vardı. Bu dizilerdeki ortak
payda “kimin elinin kimin cebinde” olduğunun belli olmayışı, aşk ile
ihtirası, şehvani duyguları birbirine karıştırtıp, sözde AŞK için her şeyin
mübah olacağı idi. Aslına bakarsanız şu anda Türkiye televizyonlarında bizim
insanımızın oynadığı filmlerden hiçbir farkı yoktu. Fakat en önemli nokta şu
idi ki, biz o filmleri sadece “izlerdik”. Belki birbirimize anlatırdık fakat
onların hayatlarını kendi hayatımıza geçirmek gibi bir derdimiz yoktu; çünkü
onlar bizden değildi. Oysa ki şu anda izlenilen her Türk filmi “içimizden
birisi” gibi... Oynayanlar Toprak, Aslı, Deniz... Yaşadıkları yer İzmir,
İstanbul, Antep... Sanki bizim (sözde) hayatlarımızı oynuyorlar ya da
oynadıkları hayatlar bize ÖRNEK teşkil ediyor.. Bir kısır döngü oluşturuyor
filmler ve genç beyinlerde karmaşa yaratıyor. Ne adına? Reyting!
“En ucuz bahanedir” bu medyanın sığındığı "halk bunu İSTİYOR" Nasıl
"Televolel"erle bir kültür evimleştirildiyse şimdi de içimizden
insanların oynadığı bu tarz filmlerle kültürümüz yine EVRİLİYOR. Ama biz bu
durumlara pek yabancı sayılmayız.. İlk Türk romancılığını incelediğinizde
görürsünüz ki, eski İstanbul'da yaşandığı söylenilen şeylerin hepsi aslında
Fransız romanların esintileridir. Selim İleri'ye kulak verelim misal:
Edebiyat tarihimiz de, sözgelimi, Halid Ziya'da Batı romanının etkisini arar
durur. Flaubert mi etkilemiş Halid Ziya'yı, Aşk-ı Memnu'daki Bihter aslında
Madam Bovary'nin bir kopyası mı? Yenilerde bir inceleme okudum; bu incelemede
Halid Ziya handiyse Madam Bovary'de satır satır iz sürüyordu, Aşk-ı Memnu'u
yazabilmek için."
Kim bilir ne zamandan beri KÜLTÜRÜMÜZ evrimleştirilmeye çalışılıyor?
Benim Anım, Köyümde Dallas ve Şarkısı :
DALLAS ile ilgili çocukluğumda farketmediğim bir anım var: Dallas bizim köyümüze TV den önce girdi desem doğrudur. İnsanlar KOMŞUYA giderdi o dizi için. Ve ben 80 yıllardaki 23 Nisan mı tam bilmiyorum,
ilkokulumdaki bir törende DALLAS üzerine - yakılan diyeyim - bir şarkı vardı, onu SÖYLEDİM. Vallahi ŞAŞIYORUM. O zamanda bile bu “DALLAS konuları” toplumun içine nasıl girmiş, sokulmuş!
İşte - hala hatırlarım - bir dörtlüğü :
Yumurtanın sarısı sarısı
Yere Düştü yarısı yarısı
Ceyar ile Babi'nin
Hep açıktır arası.
Peygamberimiz (sas) Gelse :
İbrahim Sadri'nin okuduğu çok güzel bir şiiri var : "Peygamberimiz (sas)
GELSE" adlı. İşte o şiiri tüm Müslümanların dinlemesini tavsiye ederim. İşte
“akıl, vicdan, inanç sahibi ve ailesi olanların” kendisini MUHASEBEYE
çekmesine vesile olacak o “ŞİİR” :
Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse,Yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı,
Merak ediyorum neler yapacağınızı...
Biliyorum ama
Böylesine şerefli bir konuğa açacağınızı en güzel odanızı,
Ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını,
Ve inandırmaya çalışacağınızı,
Onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı;
Gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacağınız hazzı.
Fakat söyleyin bana,
Efendimizi evinize doğru gelirken gördüğünüzde,
Onu kapıda mı karşılayacaksınız?
Yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle,
Bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp
Yerine Kur'anı mı koyacaksınız?
Peki hala Amerikan filimlerini seyredecek misiniz televizyonda?
Yoksa kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle,
O size kızmadan önce?
Kimbilir?
Belki de ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını mi dilerdiniz,
Hatırlayamadığınız en son çirkin kelimeyi...
Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?
Ve bunun yerine ortalığa,
Kitaplağınızın raflarında tozlanmış,
Hadis kitapları mı çıkaracaksınız?
Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz?
Yoksa teleşla ne yapayım diyerek,
Sağa sola mı koşturacaksınız?
Merak ediyorum:
Eğer Peygamber Efendimiz,
Bir kaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa,
Yapmaya devam edecek misiniz,
Her zaman yaptığınız şeyleri?
Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?
Her yemekten sonra sofra duası etmeyi,
Yine zor mu bulacaksınız?
Hiç yüzünüzü asmadan,
Oflayıp puflamadan,
Her vakit namazınızı kılacak mısınız?
Ya sabah namazı için,
Sıcacık yatağınızından,
Erkanden fırlayacak mısınız?
Peki ya yine mırıldanacak mısınız,
Her zaman söylediğiniz şarkıları?
Ve okuyacak mısınız,
Her zaman okuduğunuz kitapları?
Peki bilmesine izin verecek misiniz,
Aklınızın ve ruhunuzun beslendiği şeyleri?
Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz?
Şöyle diyelim ya da:
Gideceğiniz her yere götürebilecek misiniz Peygamberi de?
Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız?
Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla?
Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız,
Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?
Şimdi söyleyin açık yüreklilikle,
Onun kalmasını ister misiniz sizinle?
Sonsuza dek, hep birlikte...
Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız,
Ziyareti bitip gittiğinde?
Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi?
Bilmek ve düşünmek,
Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse
Yapacağımız şeyleri...
Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse,
Yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı,
Merak ediyorum NELER yapacağınızı ...
Evet… O (sav), olsaydı, "BERABER izleyebilir" miydik o DİZİLERİ,
programları…?
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre