Bedenim benden ayrılalı çok zaman olmuş. Adı bile olmayan bir ruhum şimdi. Öylece geziyorum yeryüzünde. Bir gün, uzak ülkelere yolcu taşıyan bir gemi görüyorum. Gemi, beni yanına çağırıyor. “Gel,” diyor. “Bu uzun yolculukta bana eşlik et.” Öylesine sevindiriyor ki beni bu davet heyecanla gemiye giriyorum.
Geminin içinde binlerce insan var; telaşla kameralarına yerleşiyor. Yerleri ayrılmış olsa da bu telaş neden anlamıyorum. Kimsenin olmadığı bir yer buluyorum ben de kendime: Geminin güvertesi. Ne de hoş buradan dünya!..
“Yerine iyi yerleş; kalkıyorum” diyor gemi.Gülerek, “bedenim yok ki yerleşeyim” diyorum. Büyük bir sallantıyla gemi ayrılmaya hazırlanıyor limandan. Limanda, gözü yaşlı insanlar el sallıyor yolculara.
Gemi hareket ediyor; yaşasın. Çığlık atamıyor olsam da sevinçten havalara uçuyorum. Gemi,olgunca karşılıyor bu davranışımı.
İnsanlar, daha şimdiden alışıyorlar gemiye. Sahipleniyorlar gemide ne varsa. Şaşırıyorum bu hallerine. “Bize ait ne var ki sanki? Bakın bedenim bile beni bıraktı” diyorum.
Gemi, “İnsanları bırak da denize bir bak” diyor.Masmavi deniz bütün güzelliğiyle karşımda duruyor. Yumuşacık dalgalar salına salına gemiye dokunuyor. “Ah ne kadar şanslısın! Dalgalar bir sana değiyor.” Diyorum. Gemi, heyecanla soruyor:
“Sahi, bir bana mı değiyor?”
Bu soru beni gençlik günlerime götürüyor. Her sabah işe giderken rastladığım o delikanlıya nasıl da vurulduğum; ancak onun gözlerini gözlerime bir kere bile değdirmediğini hüzünle hatırlıyorum.
“Dilini mi yuttun?” diyor gemi. Susuyorum.
Günler böylece geçiyor. Deniz her gün farklı bir renge bürünüyor. Kimi mavi oluyor, neşe salıyor; kimi siyaha bürünüp hüzne sokuyor, kimi yemyeşil olup huzur yayıyor; ama her ne olursa olsun gemiden hiç ayrılmıyor. Geminin onca ağırlığına aldırış etmeden şefkatle onu sularında gezdiriyor. Kimi dalgalarını ince ince vurarak gemiyle şakalaşıyor; kimi hırçınlaşarak gemiyi telaşeye sokuyor; kimi de sanki gemiyle aralarında tatsız bir şey geçmiş gibi çarşafını üzerine çekiyor ve gün boyunca hiç uyanmıyor.
Denizin çarşafını üzerine çektiği böyle bir gün gemiye soruyorum:
“Bu gün deniz seninle neden konuşmuyor?”
“Yorgunluktan uyuyakalmış,” diyor. Kendi kendine konuşur gibi devam ediyor . “Beni taşımaktan bıkmış olacak” diyor.
Gemi, bu haliyle ne kadar da alıngan bir delikanlıyı andırıyor. Onu rahatlatmaya çalışıyorum.
“Kendine yazık ediyorsun. Deniz, seni üzerinde taşımaktan öylesine mutlu ki bu mutluluğun verdiği sarhoşluktan uyuyor olmalı,” diyorum.
“Sahi, ben onu mutlu edebiliyor muyum?” diyor tatlı bir heyecanla.
“Denizi, öyle çok seviyorsun ki bu sevgi kimi olsa mutlu eder” deyiveriyorum.
Gerçekten de ne yorulan var ortada ne de yoran. Gemi, denizi öyle çok seviyor ki yormak şöyle dursun sevgisiyle denize adeta neşe ve enerji veriyor. Deniz bu enerjiyle içinde taşıdığı canlılara öyle bir yaşam kaynağı oluyor ki denizdeki hiçbir canlı onu bırakamıyor. Hem de ne dertleri olursa gelip önce denizle paylaşıyor. Bir tek, gemi anlatamıyor denize derdini. Onu incitmekten ne kadar korktuğunu… Bir konuşsa, rahatlayacak. Bir sorsa denize onu yorup yormadığını anlayacak endişesinin yersizliğini.
“Deniz, onu sevdiğimi biliyor mu” diye fısıltıyla soruyor sevgili dostum. Korkuyor deniz duyacak diye.
Kendimi arabulucu gibi hissediyorum bir anda.
“Sen söylemezsen nereden bilecek?” diyorum.
Gemi, öylesine saf ve masum ki…
“Ama diyor ya beni yanlış anlarsa!”
Durumu şimdi anlıyorum. Geminin deniz için duyduğu öylesine bir sevgi değil. Hani Mecnun’un Leyla’ya duyduğu şu üç harflik kelime var ya. Hani, bülbülü titreten, kainatın yaradılış sebebi olan, kaynağı Allah’tan gelen şu aşk var ya. Ondan işte.
“Aşık mısın yoksa denize?” diye düşüncesizce soruveriyorum. Der demez derin bir pişmanlık duyuyorum; ama ne fayda?
Patavatsızlığım yüzümden gemi benimle konuşmayı bırakıyor. Ben de öylece kalıveriyorum.
Günler geçiyor. Çaresiz denizi izliyorum. Deniz, geminin ona olan aşkından habersiz her gün bir başka güzel oluyor. Gemiyle her konuşması, ona değdirdiği her bir dalga geminin ona olan aşkını alevlendiriyor. Gemi, onu incitmekten öylesine korkuyor ki her limanda bir sürü yolcu bırakıyor. Böylece ağırlığını azaltmanın sevincini yaşıyor.
Günlerden bir gün yolculuğumuz sona eriyor. Gemi, sevinç içinde “inme vaktiniz geldi” diyor kalan yolculara. Telaşla, “benim de mi?” diye soruyorum. Gemiden ses gelmiyor.
“Ama benim ne ağırlığım olacak” diyorum. Gene ses yok. Anlaşılan benim de inmemi istiyor.
“Bu isteğinde hiç de haksız değil.” diyorum kendime. Onun yıllardır saklamak için uğraştığı kutsi duygusunu dillendirerek ona en büyük ağırlığı da ben yapmadım mı.
Pişmanlık içinde gemiden inip limandan dostumu izliyorum. Canım dostum denizle yalnız kalmanın mutluluğu içinde sallanıyor.
Hayranlıkla iç geçiriyorum. Sahi, denizle gemi birbirine ne kadar da yakışıyor!..
Bu yazıya 0 yorum yapıldı.
Hey Sen! Hadi yorum yap...
Cevap yazdığın kullanıcı: Fatih Emre