Pendik'te Yeni Bir Hayat [Hikaye]

Günlerdir süren mide bulantılarım ve halsizliğim üzerine   eşime dahi söylemeden gittiğim Pendik Devlet Hastanesi’nde kan tahlili yaptırıyorum.

“Evhamdır benimkisi ya. Ne olur ne olmaz diye yaptırıyorum.” deyince,  hemşire gülerek soruyor:

“Evli değil misiniz siz?”

“Evliyim ama…” diyorum. Gerisini getiremiyorum.

Bir gün sonra hastaneye, bu kez   sonucumu öğrenmek için gidiyorum. Eşim peşimden geliyor.

“Ne tahliliymiş bu? Söyle bana.Rengin kaçmış senin!” diyor.

“Hiiç .” diyorum.

“Günlerdir bir şey yiyemiyorum.Sürekli midem bulanıyor.”

Bunun üzerine eşim  adımlarını hızlandırarak yanıma geliyor. Ve elimden tutuyor.Hiçbirşey söylemeden bana eşlik ediyor.

Hastaneye varınca hemşireye soruyorum:

“Sonuçlar belli oldu mu?”

Hemşire elindeki zarflar arasından benimkini buluyor. Ve gülümseyerek bana:

“Sonuç pozitif. Hamilesiniz.” diyor.

Eşim, neşeyle saçlarıma dokunuyor.Neşeyle:

“Yaşasın! Baba oluyorum!”diyor.

Bense aceleyle hastanenin bahçesine yürüyorum. Kafamın karışıklığına rağmen bahçede yeni açmış güllerin kokusunu içime çekiyorum. Sessizce, bisiklet süren çocukları izliyorum.

Derken,   kariyerimin en zor sürecinde olduğumu aklıma getiriyorum. Kadere itiraz edercesine şekva ediyorum:

“Olamaz bu! ” diyorum.

“Doktora yapmak bile bu kadar zorken bir de anne olmak. İkisinin birden nasıl  üstesinden gelirim?”

Eşim susuyor. Derin derin nefes alıp veriyor. Eşimin nefesi burnuma değiyor. Olamaz;eşimin ağzı açlıktan kokuyor!

“Açlıktan ağzın kokuyor senin.” diyorum eşime. O ise oralı bile olmuyor.

“Madem öyle. Sahilde seninle beraber güzel bir kahvaltı yapalım.” diyor.

O an ne kadar acıktığımı fark ediyorum.

Eşimle arabaya biniyorum.Eşim rahatlamam için müziği açıyor.Müziğin etkisiyle biraz gevşiyorum.

Sahile vardığımızda, eşim beni çok sevdiği bir çay bahçesine götürüyor.

“Gel.” diyor.

“Açık büfe kahvaltıdan canımız ne isterse alalım. Valla ben çok acıktım.”

Vakit kaybetmeden tabağımı doldurup  eşimle birlikte masalardan birine oturuyorum. Kahvaltımı yaptıktan sonra:

“Hadi!” diyorum.

“Acele edelim. Daha eve gidip ders çalışmam lazım.”

“Hayır.” diyor eşim. “Herşeyden   önce senin rahatlaman lazım.”

Rahatlamak, bir bebek duruyorken  karnında bu mümkün mü? Sahi, o şimdi rahmimde mi yani? Rahmimdeyse eğer rahatı yerinde mi?Tek bir hücre halinde mi peki?Yoksa saniyeler geçtikçe hücreleri artıyor mu?

“Ne düşünüyorsun?” diye soruyor eşim. Susuyorum.

Kahvaltıdan sonra eve gidiyor, yatağa uzanıyorum.

“Sağa mı dönsem  yoksa sola mı? Yüzüstü yatacak olsam bebeğe zarar verir miyim?” diye düşünürken  uyuyakalıyorum.

Saatlerce deliksiz uyuyorum. Uyanınca eşimi yanımda göremiyorum. İşe gitmiş olmalı.Ancak, “yalnız değilim”`; öyle hissediyorum.

Akşam olana kadar evde geziniyorum. Mutfaktaki kokulardan, banyodaki henüz yıkanmamış çamaşırlardan tiksiniyorum.

Akşam olunca eşim geliyor.

“Hadi. ” diyor. Gözdağı’na yemek yemeye gidelim seninle. Olmaz mı?”

Eşim, baba olacağının sevincini böyle göstermek istiyor.

Giyiniyor ve eşimle birlikte Gözdağı’na gidiyorum.

Nedense, Gözdağı’ndan Pendik’e  ilk kez böyle bakıyorum.Deniz, mavi gözlü bir çocuğu andırıyor.Her bir cami, bir kadının göğsünden akan süt kadar temiz gözüküyor.

Sahil yolu, özgürlüğü simgeliyor.Sevinci, rahatlığı anlatıyor.O an, ilk defa anne olacağm hissine kapılıyorum.

Yüksek sesle ilk defa:

“Anne olacağım.” diyorum. Ve dönüp eşime sarılıyorum. Eşim, sevinçle kollarını omzuma doluyor. Heyecanla,

“Bir bilsen ne çok sevindim.”  diyor.

Sonra etrafı izliyorum. Çocuklar, annelerinin ellerinden tutmuş bir şeyler istiyor.

“Anne .” diyor.

“Sosyal tesislerden dondurma alalım. Hani geçen simit yemiştik ya. Ondan alalım…”

Bu çocukların istekleri hiç mi bitmiyor?

Derken, sosyal tesislerin restoran bölümüne giriyoruz. Eşim gayet iştahlı. Bense üzülmesin diye eşim, zoraki bir şeyler istiyorum.

Oturduğumuz yerden deniz gözüküyor. İzliyorum.

Hemen karşımızda bir çocuk parkı var. Çocuklara bakıyorum.

“Aman, düşmesinler!” diyorum.

Eşim, bu yersiz endişeme gülüyor.

Yemeğimi yerken gözüm salıncağa takılıyor. Bir çocuk bıkmadan salıncakta sallanıyor.İleri geri, ileri geri.Bir an kendimi onun yerine koyuyorum. Midem bulanıyor.

“Öğğğ…” diyorum.Eşim:

“Hadi,”diyor “Koş, lavobaya gidelim.”

Böylece ilk mide bulantılarım başlıyor.

O ay, hep gel gitlerle geçiyor.

“Annelik zor şey.Nasıl olur?Kariyerim varken benim…” diyorum.Hamileliği kendime zehir ediyorum.

Derken ikinci ay geliyor. Kalbime ansızın büyük bir neşe ve huzur yerleşiyor. Utanmayı bırakıp çevremdeki bayanlara:

“Hamileyim ben.” diyorum.Bana neler yemem gerektiğini söylüyorlar.

Her gün  akşama kadar ders çalışıyorum. Eşim eve gelince:

“Hadi, ” diyorum.

“Bana biraz Pendik’i gezdir.”

Eşim gezerken diyor ki:

“Ne yaptın?Ders çalışabildin mi?”

Eşime tuhaf bir şekilde zihnimin açıldığını anlatıyorum.Sevinerek:

“Bak, gördün mü!” diyor.

“Allah nasıl da yardım ediyor.”

Ve sonra eşim bana soruyor:

“Nereye gitmek istersin?”

“Sahil Cami’ine.” diyorum.

Bu ay içimden en çok Sahil Cami’ine gitmek geliyor. Sahil Cami’inin etrafında yürümek, bahçesinde oturup çay içmek ve ezan okununca camide akşam namazını kılmak beni rahatlatıyor.

Sanki  bu camide tüm korkularım gidiyor. Bana bir tek kalbimdeki huzur kalıyor.

Namazdan sonra biraz daha çay içip eve gidince uyuyakalıyorum.

Bu ay, ultrasona girdiğimde bebeğimin kalp atışlarını duyuyorum.

“İçimde bir canlı var.Ne tuhaf değil mi.” diye eşime soruyorum.Eşim sevinçle ellerimi tutuyor.

Üçüncü ay, ilk iki ayımdaki gibi doktoram için Adapazarı’na sıkça gidemiyorum. Şoförlerin ter kokusundan, otobüslerde koltukların ne kadar da pis olduğundan dem vurup midemi bulandırıyorum.

Ama tüm gün evde oturunca da sıkılıyor ve akşam eşimle Pendik’te gezmek istiyorum. Bu ay nedense Pendik sahilinde yürümeyi çok seviyorum. Yeşilden fazla maviye hasret duyuyorum. Denizin mavisinde sonsuzluğu görüyorum. Seversem eğer Allah’ı sonsuza kadar mutlu olacağıma inanıyorum.

Bu ay yaşadığım onca zorluğa rağmen Allah’ı ilk kez bu kadar düşünüyorum. Pendik’te gezdiğim her yer, her sokak, her dükkan sanki bana Allah’ın isimlerini haykırıyor.

Bu ay hamileliğimin rahat geçmesi için bol bol Allah’ı tesbih ediyorum. Evde yüksek sesle Esma- ül hüsnayı okuyorum. Allah’ın isimlerini okudukça rahatlıyorum.Bulantılarım tuhaf bir şekilde azalıyor.Hayret ediyorum.

Dördüncü ay bebeğimin kollarının ve bacaklarının geliştiğini doktorumdan sevinçle öğreniyorum.Gözleri görmeye başlıyormuş.Dudakları yavaş yavaş oluşuyormuş.Sevinçle eşime sarılıyorum.

“Şükürler olsun Rabbim sana!” diyorum.

Bu ay ilk defa Allah’a şükretmeye başlıyorum.İlk defa annelik duygusunun ne kadar harika olduğunu anlıyorum.İlk defa bebeğim için bir şeyler yapmaya karar veriyorum.

Kayınvalidem utana sıkıla:

“Kızım.” diye soruyor. “Kur’an okuyor musun?”

“Hayır anne.” diyerek ağlamaya başlıyorum. Ağlayarak anneme sarılıyorum.

Ve bu ay, nihayet Kur’an okumaya başlıyorum. Gittiğim her yere Kur’an’ımı da götürüyorum.

Eşim bir akşam bana:

“Dumankaya Cami’ine gitmemiştin değil mi?” diye soruyor.Gülümsyerek,

“Gitmedim. ”diyorum.

“Gidelim öyleyse.” Diyor eşim.

Ve bu ay Dumankaya Cami’ini keşfediyorum.

Akşam namazından sonra  camide uzun uzun Kur’an okuyorum. Camiden çıkınca,

sevinçle çimenleri kokluyorum.

Bu ay canım hep yeşillik yemek istiyor.Durmadan salata yapıp yiyorum.Bu ay bıkıp usanmadan yeşili izliyorum.

Beşinci ay, altıncı ay derken bebeğim büyüyor. Bebeğimin beyni hızla gelişiyor.Ve ben sıkça

Adapazarı’na gidip geliyorum.Sabah erken kalkıp ders çalışıyorum.Sevinçle makale okuyorum. Ancak belim ağrıyor ders çalışırken. Hemen uykum geliyor.Aldırış etmiyorum.Sanki bebeğimin beyni geliştikçe benimkisi de gelişiyor.Öyle hissediyorum.

Bu ay artık halka karışıyorum. Sevinçle eşimin ellerinden tutup Pendik çarşısını geziyorum.

Gezerken durmadan bir şeyler yiyorum. Bazen süt mısırı, bazen közde kestane yemeye bayılıyorum.

Hızla kilo alıyor; ancak aldırış etmiyorum.Kıyafetlerim dar gelmeye başlayınca birkaç elbise alıyorum.

Eşimle nerdeyse her gün Yunus Emre Kültür Merkezi’ne gidiyorum. Şiir dinletilerinde, yazarların söyleşilerinde bir bahane bulup duygulanıyor ve ağlıyorum.

Kimi zaman mizahi tiyatrolar geliyor. İzlerken kahkahalara boğuluyorum.Sanki yeniden çocuk oluyorum.

Yedinci aya gelince Kur’an okumaya tekrar ağırlık veriyorum. Artık Adapazarı’na giderken bile Kur’an’ı elimden düşürmüyorum. Onu kendime en yakın dost biliyorum.

Sahil Cami’inin bahçesinde çay içerken, pastanede oturmuş kestaneli pasta yerken, Gözdağı’ndan  Pendik’i izlerken, mizahi bir tiyatronun başlamasını beklerken, yazarların verdiği seminerleri dinlerken  neşeyle Kur’an okuyorum.

Kimisi “günah,” diyor.

“Yemek yerken hiç Kuran okunur muymuş?”

“Tiyatroya gelmiş sözde. Yaptığına bak.Tövbe estağfirullah!” diyor.

Aldırış etmiyorum;ama cevap vermeden de edemiyorum:

“Ben,” diyorum. “Bebeğimin gelişimi için Kur’an okuyorum.”

Anlayamıyorlar…

Sekizinci ayda bebeğimin tüm sesleri algıladığını hissederek:

“Söyle bu akşam baba bizi nereye götürsün?” diye soruyorum.

Sanki duymuşçasına sesimi bulunduğu yerde hareketlerini arttırıyor.O hareketlendikçe içimde, ben Pendik’te bilmediğim gezmediğim nereler varsa gezmek istiyorum.

Gezerken Pendik’te bebeğime giyeceği  kıyafetler alıyorum. Kız çocuğu beklediğim için hep pembe kıyafetlere gözüm takılıyor. Tuhaf bir şekilde hayatı toz pembe görüyorum.Eşime:

“Bak,” diyorum.

“Pendik  ne kadar da güzel bir semt.Oysa eskiden ne haldeydi.” Eşim:

“Yeni mi fark ettin? ” dercesine tuhaf tuhaf yüzüme bakıyor.

Karşılaştığım, tanıştığım herkesin bir meleği andırdığını söylüyorum.Eşim, sertçe

“Abartıyorsun. ” diyor.

Ancak bu iyimserliğim çok kısa sürüyor.Dokuz ayım dolunca korkularım başlıyor.

“Ya,” diyorum. “Bebeğim doğduğunda sağlığı yerinde  olmazsa!”

“Ya, Ona iyi annelik yapamazsam.”

Bu ay eşim beni nerdeyse her gün ya kayınvalideme ya da anneme götürüyor. Annemler, sabırla bana moral veriyor.İkisi de bir olmuş:

“Doğumdan sonra yavrum, biz hep senin yanında olacağız.” diyor.

Eve dönerken, eşimle Pendik’te geziyorum.

Pendik, hızla gelişiyor. Pendik’te festivaller yapılıyor, en sevdiğim sanatçılar açık hava konserleri veriyor, aylardır gelsin diye beklediğim tiyatrolar Yunus Emre’ye geliyor. Bunların hiçbiri bana heyecan vermiyor.

“Hadi, ” diyorum eşime. “Eve gidelim.Ne olursun!”

Günler geçtikçe, bebeğimin doğmasının çok yaklaştığını hissediyorum.

Bu günlerde evimizin hemen yanında olduğundan,  Tavşantepe Cami’ine gidiyorum.

Yatsı namazını orda kılıyor ve ardından Meryem Suresi’ni okuyorum.Caminin hocası:

“Kapıları kitliyorum artık!”diyene kadar oturuyor ve aynı sureyi defalarca okuyorum.

Bir gün cami dönüşü eve varınca doğum zamanımın geldiğini anlıyorum.

Eşim benden daha telaşlı:

“Çabuk ol.” diyor.

“Aman ne olur hemen çıkalım evden!”

Eşim kapının önündeki valizimi alıyor.Eşimin elinden tutarak arabaya yürüyorum. Hastaneye giderken, Kur’anımı açıp  şu ayetleri okuyorum:

“Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya zorladı.

“Ay ” dedi. “n’olaydım, keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş bir olaydım!”

“Derken, Ruh, ona aşağıdan şöyle seslendi. “Sakın üzülme” dedi. “Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi.”

“Haydi, hurma dalını kendine doğru silkele üzerine taze hurmalar dökülsün.””(Meryem Suresi,23-25)

Öyle rahat geçiyor ki  doğumum ben bile anlamıyorum.Ancak bebeğimin sesini duyduğumda anlıyorum.

Gözlerimden yaşlar akarak alıyorum bebeğimi kucağıma. Doktorlar:

“Biz, böyle rahat bir doğum görmedik şimdiye kadar.”   diyorlar.

Onlara sebebini diyemiyorum.Gözlerimden akan yaşlar bebeğimin gözüne damlıyor.Tutamıyorum.

Ve huzur içinde onu emzirmeye başlıyorum.

Nihayet hastaneden çıkıp da Pendik’e varınca beni Pendik’te artık bambaşka bir hayatın beklediğini hissediyorum.

“Yaşadığım her zorluğu kolaylaştıracak binlerce ayeti olan bir dostum var benim.”

“Hiç bir şey bilmezken ben, bana bilmediklerimi öğreten bir Rabbim var benim.”

diyerek bebeğimi öpüyor ve eşime gülümsüyorum…